Kayıtlar

cuma sohbetleri etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

CUMA SOHBETLERİ 21- BİR BUÇUK DERVİŞ

Resim
Şeyh Hacı Bayram Veli`ye derviş olanlardan vergi alınmıyor... O devirdeki kural bu!.. Zamanın padişahının Ona olan saygısından koyduğu bir kural.. Önüne gelen de bu nedenle Şeyh Hacı Bayram`dan el alıp, derviş oluyor!.. Gün geliyor, Ankara civarında kırk bin kişi Hacı Bayram Veli `ye derviş oluyor, ki artık o civarlardan vergi alınması diye bir olay söz konusu değil.. Şikâyetler ulaşınca Padişaha, o da haber yollatıyor: -Efendim, şeyhim, durum böyle böyle!. Hakikaten bunlar dervişleriniz ise hüküm, câridir, vergi alınmayacak!. Ancak bunlar gerçekten sizin müridleriniz mi?... "Ben size bildirirm, neticeyi " diyor Şeyh Hacı Bayram ve ilan ediyor: -Benim bütün dervişlerim falanca gün Ankara ovasında toplansın!.. Büyük bir çadır kuruluyor, kazanlar kaynıyor, yemekler pişiriliyor...ilâhiler, dualar, zikirler... En sonunda, Hacı Bayram Veli çıkıyor ortaya.. Diyor ki : -Kim gerçekten bana teslim olmuşsa, dervişimse gelsin, ben onu kesip, kurban edeceğim Allah`a; ve Allah`a ulaşacak!

CUMA SOHBETLRİ 20 MAYMUN TUZAĞI

Resim
Asya kıtasında maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır.Bir hindistancevizi oyulur ve iple bir ağaca bağlanır. Hindistancevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir, yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun, tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar ve yiyeceği kavrar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde, maymun çılgına döner ama kaçamaz. Aslında bu maymunu, tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece onun kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür. Bizi tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken, elimizi açıp benliğimi

CUMA SOHBETLERİ 19 Örümcek Ağı

Resim
Dünya hayatında hep kötülük işleyen bir adamı ölünce cehennem kapısında bir melek karşıladı. Melek adama şöyle seslendi: "Hayatta iken tek bir gün bile birisine iyilik yaptıysan buraya girmeyeceksin. " Günahkar adam uzun süre düşündükten sonra, bir keresinde ormanda gördüğü örümceği hatırladı. Balta girmemiş ormanda yürürken önüne bir örümcek ağı çıkmıştı. Adam ağı bozmamak ve örümceği ezmemek için o gün yolunu değiştirmişti. Heyecan içinde o günü meleğe anlattı. Melek adama gülümsedi ve ardından elini şaklattı. Gökten bir örümcek ağı inmişti. Adam bu ağa tutunarak cennete girebilecekti. Adam neşe içinde ağa tırmanırken cehennemden bazıları da bu ağa tutunarak cennete gitmeye çalıştılar. Ama adam ağın o kadar çok insanı taşımayacağından korkarak onları itmeye başladı. Tam o sırada ağ gerçekten koptu ve diğerleri ile birlikte adam da cehenneme düştü. "Yazık" dedi melek. "Bencilliğin, hayatında işlediğin tek iyiliği de kötülüğe dönüştürdü. O insanlara şefkat göst

CUMA SOHBETLERİ 18 ASLAN DÖĞMESİ

Resim
MEVLANA DAN... Adamın biri görmüş sırtına dövme yaptırmışları, heveslenmiş, aslan dövmesi yaptırmağa gitmiş... - Bana da, demiş, aslan dövmesi yap!.. - Peki, demiş dövmeci; benim mesleğim dövme yapmaktır.. Gel, otur dövmeyi yapayım.. Dövmeci başlamış iğneyi batırmağa.. - Ayy! Ayy! diye başlamış bağırmağa adam... - Ne yapıyorsun arkadaş; canım çok yanıyor!.. - Aslanın yelesini yapıyorum" demiş. - Aman, demiş, yelesini yapma, başka yerini yap!.. Dövmeci başlamış bu sefer sırtının başka yerlerine iğneleri batırmağa.. Adam gene bağırmağa başlamış: - Aman, dur! Yapma, çok acıyor, neresini yapıyorsun? - Aslanın pençesini yapıyorum... - Aman pençesini de bırak, başka yerini yap!. Dövmeci gene başlamış iğneleri batırmaya.. Bu defa gene bağırmış adam: - Yine neresini yapıyorsun aslanın?.. demiş. - Kuyruğunu!.. "Ben vazgeçtim kardeşim, katlanamam bu aslanın acısına!.." demiş "Aslandan da vazgeçtim, dövmesinde de... " Adam çekmiş gitmiş!. Şİmdi o hesap, "vahdet"

CUMA SOHBETLERİ 17 KÖRLER KÖYÜ

Resim
Dere tepe, dağ taş dolaşmayı çok seven tek gözlü bi adam varmış. Yürür yürür gider, gider gider yürürmüş. Birgün uzaklarda renkleri karmakarışık bi köy görmüş; alacalı bulacalı garip bi köy. Yaklaşmış köye doğru. Yolları bir tuhaf, evleri bir tuhaf, insanları bir tuhafmış köyün. Köyün içine girince anlamış meseleyi. Körler köyüymüş burası. kadınların, erkeklerin, çocukların velhasıl herkesin sımsıkı kapalıymış gözleri.Gezgin tek gözlü adam karar vermiş burda yaşamaya. "hiç değilse benim tek gözüm var" diyormuş. "körler ülkesinde şaşılar kral olur derler. Ben de bunların başına geçer yaşarım " Körlerin gözleri yokmuş ama elleri, kulakları, burunları çok hassasmış. Kendilerine göre kurdukları bir düzen içinde yuvarlanıp gidiyolarmış. Adam şaşkın hallerine bakıyomuş onlarin. Yürümeleri, konuşmaları doğrusu başka türlüymüş. Birgün körlerden biri ötekilerden birinin malını çalmış. Sadece tek gözlü adam görmüş bunu. Bağırarak ilan etmiş "filanca falancanın malını ça

CUMA SOHBETLERİ 16 DEDİKODU

Resim
Bilge, karşısında duran iki adamı ilgiyle süzerek, "Sorun nedir?" diye sormuş. Adamlardan biri diğerine işaret ederek,"O, yaptığı dedikodularla sadece benim şöhretimi mahvetmekle kalmadı, bu köydeki pek çok insanın da canını yaktı!" demiş. Öteki hemen atılmış: "Üzgünüm... Böyle olsun istememiştim. Tüm söylediklerimi geri alıyorum. " "Yaa... bunun gerçekten her şeyi düzelteceğini mi sanıyorsun?" diye söze katılmış bilge, "Yarın köy meydanına kuş tüyü yastığınla gel." "Nasıl yani?..." "Dediğimi yaparsan anlayacaksın. " Ertesi gün köy meydanında buluşmuşlar. Bilge, adamın eline bir makas vermiş ve yastığı kesip içindeki tüyleri boşaltmasını söylemiş. Yastıktan boşalan tüyler rüzgârla birlikte etrafa savrulunca, "Şimdi," demiş bilge, "Bunların hepsini toplayıp bana getir." Adam saşkınlıkla, "Ama bu mümkün değil!" diye cevap vermiş. "Baksanıza, duvarların ardındaki bahçelere kadar savru

CUMA SOHBETLERİ 15 ACIDAKİ HİKMET

Resim
Verdiğin acılar için sana şükürler olsun Allah'ım ; -- 'Gün gelecek Allah'a bana yaşattığı bu sıkıntılar için şükredeceğimi biliyorum' demişti bir arkadaşım. Belki de hayatının en zor günlerini yaşıyordu. Zorlukların insana ne kadar büyük dersler verdiğini uzun uzun konuşmuştuk. Bir acının öğrettiğini bin kahkahanın öğretemeyeceği üzerine bir çok örnekler vermiştik o konuşmamız da. Aradan iki yıla yakın bir zaman geçince arkadaşımın haklı çıktığını gördük. O günlerin acı görünen olaylarının, kendisine ne kadar büyük kapılar açtığını gördükçe 'verdiğin acılar için sana şükürler olsun Allah'ım!' demeye başladı. Gündüzleri fırsat buldukça bir araya geldiğimiz arkadaşıma O günlerde aşağıdaki hikayeyi yollamıştım. Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüz yıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun birs anat eseri olduğunu söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de pahalıya almamıştı. Hayran

CUMA SOHBETLERİ 14 İNCİ !!!!

Resim
Okyanusun dibinde yatan bir istiridye, su üzerinden akıp geçsin diye, kabuğunu açmış. Su içinden geçerken, solungaçları yiyecek toplayıp midesine gönderiyormuş. Aniden, yakınındaki bir balık,bir kuyruk darbesiyle kum ve çamur fırtınası yaratmış.İstiridye de kumdan nefret edermiş; zira kum öylesine pürüzlüymüş ki kabuğunun içine kaçarsa son derece rahatsız olurmuş. İstiridye derhal kabuğunu kapamış ama çok geç kalmış; Sert ve pürüzlü bir kum taneciği içeri girip, iç derisi ile kabuğun arasına yerleşmiş. Kum tanesi istiridyeyi ne çok rahatsız ediyormuş. Ama, kabuğunun içini kaplaması için kendine verilmiş olan salgı hücresini hemen çalıştırarak, minik kum tanesinin üstünü kaplamaya başlamış; ta ki, nefis, parlak ve düzgün bir örtü oluşana kadar... İstiridye, yıllar yılı, minik kum taneciğinin üstüne katlar eklemeye devam etmiş ve sonunda müthiş güzel, parlak ve son derece değerli bir inci oluşmuş........ Karşı karşıya olduğumuz problemler bu kum taneciğine benzer, bizi rahatsız ederler

CUMA SOHBETLERİ 13 DOST

Resim
Dost !. Genç adamın biri, Dermiş babasına her gün; 'Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi' Baba, itiraz eder, Olmaz öyle çok dost, hakikisi Belki bir, belki iki, Fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki... Devam eder durur konuşma. Aralarında başlar bir tartışma, Karar verirler bir sınava, Dostun hakikisini anlamaya... Bir akşam bir koyun keserler, Ve koyarlar çuvala. Baba der ki oğluna, 'Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna'. Çuvaldan kanlar damlamakta, Sanki öldürmüşler de bir adamı, Koymuşlar çuvala, Dıştan böyle sanılmakta. Delikanlı sırtlar çuvalı, Gider en iyi bildiği dostuna, çalar kapıyı. O dost, bakar ki bir çuvala hem de kanlı, Kapar hızla kapıyı delikanlının suratına, Almaz içeri arkadaşını, Böylece tek tek dolaşır delikanlı, Kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını. Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır. evlat geriye döner. Ama içten yıkılır... Babasına dönerek; 'haklıymışsın baba' der. Dost yokmuş bu dünyada ne sana, ne de bana. Baba 'hayır Evlat'

CUMA SOHBETLERİ 12 Zengin Kralın Eşleri !.

Resim
Bir ülkenin çok zengin kralı varmış. Bu kral dört eşliymiş. Kral ilk eşini hiç sevmediği gibi ona çok kötü davranır ve üzermiş. Hatta yüzünü bile görmediği de olurmuş. Kral ikinci eşini çok severmiş. Her şeyini onunla paylaştığı gibi; onu güzel giysilerhediyelerbir birinden pahalı ziynetler takarilk güzel yiyeceği ona tattırmaktan zevk alırmış.Kral üçüncü eşini de severmiş. Onu kıskanırmışta. Hatta kimsenin görmemesi ve onu almaması içinde saklarmış. Zaman zaman onunla gururda duyarmış. Onsuz yapamayacağını düşünürmüş. Kral dördüncü eşine çok bağlıymış. Ve her düşüncesini her planını ona açar onunla hareket edermiş. Kimi zaman derdini kimi zamanda dostluğunu paylaştığı bu eşine sonsuz bir sevgi de beslermiş.Ve kral birgün ölümcül bir hastalığa tutulmuş. Hasta yatağında yatarkenbu ölüm yolculuğuna eşlik edecek eşin kim olacağını ikinci eşini yanına davet ederek sorgulamış; Kral; - Yakında öleceğimbenimle bu ölüm yolculuğunu birlikte yapar mısın?İkinci eş; - Hayır bu imkansız! Kral; - Ne

CUMA SOHBETLERİ -12 AYNA

Resim
Doğu ülkelerinden birinde yüksek bilinç öğretilerinin verildiği ''Zen Dergahı'' nda öğretiye tamamlanmış birine törenle bir kitap armağan edilir.Kitabı alan kişi, sayfaları açar bakar ve yüzündeki şaşkınlık ifadesiyle çevresine, gördüğünden ötürü oluşan hayretini yansıtır. Bu töreni izleyen yeni öğrencilerden biri kitabın bu kişide yarattığı şaşkınlıktan ötürü içindekini merak eder. Ancak, tüm çabalarına karşın kitabın içindekilerini öğrenemez. Öğreti bitmeden, bu kitaba el sürmek olanağı olmadığını kendisine anlatırlar. Çaresiz dayanmış, öğretileri yutarcasına beynine katmaya, benimsemeye çabalamış dergahın yeni öğrencisi... Sonuçta beklediği gün gelip çatmış. Mezun olurken tören düzenlenmiş ve kendisine o kitabın bir eşi armağan olarak sunulmuştur. Yıllardır, törende alacağı kitabın içindekileri merakla bekleyen bu öğrenci kitabı aldığı halde açmıyor her nedense artık içindekileri merak etme gereği duymuyormuş! Çünkü, öğrendiklerinin dışında yer yüzünde önemli hiçbir

CUMA SOHBETLERİ 11- EN DEĞERLİ İNSAN

Resim
İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma fırsatlarıydı. Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği; birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti. Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu. Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: "Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver." Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri bü

CUMA SOHBETLERİ 10 (HAYIR-ŞER)

Resim
Hayır Bir zamanlar Afrikadaki bir ülkede hüküm süre bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin ister baskasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi: Bunda da bir hayır var! Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu. Durumu gören arkadaşı her zamanki sözünü söyledi: "Bunda da bir hayır var!" Kral acı ve öfkeyle bağırdı: "Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?" Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı. Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak

CUMA SOHBETLERİ 9 - GÖL OLMAK

Resim
Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli herşeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki herşeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. - "Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle: - "Acı" diye cevap verdi. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: - "Tadı nasıl?" "Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak .- "Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu yaşlı adam, "Hayır" diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: - "Yaşamdaki ıstırap

CUMA SOHBETLERİ-8 TANRI MİSAFİRİ

Resim
İbrahim Nebi, biliyorsunuz keremiyle, zehasıyla ünlü bir zât!. Sofrasında kimse olmadan boğazından bir lokma geçmezmiş. Bir akşam yine sofrasını kurmuş. Gelen olmamış, yalnız kalmış. Rabbine yakarmış... ''Yarabbi! Yine sofram boş kaldı! Ne olur bir misafir yolla soframa…” İbahim'in duasını kabul etmiş Cenâb-ı Hak... Derken biraz sonra birisi seslenmiş dışardan.. “Kimse var mı burda?” Hemen fırlamış yerinden İbrahim, kapıyı açmış. “Hoşgeldin”, demiş... “Buyur...Tanrı misafiri eyvallah..Gel, otur” ... Oturmuşlar, ne varsa sofraya konmuş... "Bismillah" demiş, elini uzatmış İbrahim Nebi... Adam da elini uzatmış, ordan ekmek koparmış.. ''Aaa!'' demiş İbrahim, “Besmele çek! Allah'ın adını an!. Bu nimeti bize veren Allah!”… Yaşlı, sakalları göbeğine düşmüş ihtiyar, “Ben”, demiş, “Tanımam senin rabbini.. Kimdir o?..” İbrahim aleyhisselâm; “Olmaz!” demiş... “Bana Alllah'ın verdiği bu rızkı, O'nu tanımayan, O'nu reddeden birine nasıl veririm?

CUMA SOHBETLERİ 8-(ALLAHI MİSAFİR ETMEK)

Musa Aleyhisselâmın ümmeti: - Ya Musa! Rabbimizi yemeğe davet ediyoruz. Buyursun bir gün misafirimiz olsun. Nemiz varsa ikram etmeye hazırız, dediklerinde Musa Aleyhisselâm, onları azarladı. «Nasıl olur, Allah (haşa) yemekten, içmekten ve mekândan münezzehtir» diyerek bir daha böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmemelerini tenbihledi. Fakat Musa Kelîmullah Turu Sina'ya çıkıp, bazı münasaatta bulunmak istediğinde, Allah tarafından şöyle nida olundu: - «Ya Musa neden kullarımın davetini bana getirip söylemiyorsun?» Musa Aleyhisselâm: «Ya Rabbi, böyle daveti size gelip söylemekten haya ederim. Nasıl olur, Zatı Ulûhiyetiniz onların söylediklerinden beridir» dedi. Allah (c.c.): «Söyle kullarıma, onların davetine Cuma akşamı geleceğim» buyurdu. Musa Aleyhisselâm gelip kavmini durumdan haberdar etti, hazırlığa başlandı, koyunlar, sığırlar kesildi. Mümkün olduğu kadar mükellef bir yemek sofrası hazırlandı. Çünkü misafir gelecek olan ne bir vali, ne bir padişah, ne bir başka yaratıktı. Kâ

CUMA SOHBETLERİ 7-(Bugün arkadaşlarınıza, onlarla ne kadar ilgilendiğinizi gösterin)

Resim
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker en iyi arkadaşının az ileride, kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye siperden çıkaramayacağı gibi bir ateşaltındaydılar. Asker teğmenine koştu hemen: - Komutanım, bir koşu arkadaşımı alıp geleyim mi? "Delirdin mi?" der gibi baktı teğmen... - Gitmeğe değmez oğlum, arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın! Ama asker o kadar israr etti ki, teğmen izin vermek zorunda kaldı. - Peki, dene bakalım! Asker yoğun ateş altında fırladi siperden ve mucize eseri, arkadaşının yanına kadar gitti, yaralı arkadaşını sırtlandığı gibi taşıdı. Birlikte siperin icine yuvarlandılar. Teğmen koşup yaralıya bir göz atti ve nefes nefese bir kenara yıkılmışaskere döndü: - Sana hayatını tehlikeye atmaya değmez, dememiş miydim! Bu zaten ölmüş... - Değdi Komutanım, değdi! dedi asker. - Nasıl değdi, arkadaşın zaten ölmüş, görmüyor musun? - Gene de değdi komutanım, çünkü yanına vardı

CUMA SOHBETLERİ6- KIYMET BİLMEK

Resim
Yaşlı bir marangozun emeklilik zamanı gelmişti. İşveren müteahhidine, çalıştığı konut yapım işimden ayrılmak ve eşi, büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek tasarısından söz etti. Çekle aldığı ücretini elbette özleyecekti. Emekli olmak ihtiyacındaydı ne var ki. Müteahhit iyi işçisinin ayrılmasına üzüldü. Ve ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve işe girişti, ne var ki gönlünün yaptığı işte olmadığını görmek pek kolaydı. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamın olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti!.. işini bitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı. "Bu ev senin" dedi, "sana benden hediye".Marangoz şoka girdi. Ne kadar utanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman onu böyle yapar mıydı! Bizim için de bu böyledir. Gün be gün kendi hayatımızı kurarız. Çoğu zamanda,yaptığımız işe

CUMA SOHBETLERİ-6 AFFETMEK ADINA GÜZEL BİR KISSA

Resim
Bir lise öğretmeni derste öğrencilerine şöyle der: "Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!" Ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Ögretmen :"Şimdi, bugüne kadar affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun!" Bazı öğrenciler torbalarına 3'er-5'er tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen :"Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okulda hep yanınızda olacaklar."Aradan bir hafta geçer. Hocaları sınıfa girer girmez, öğrenciler şikayete başlarlar:"Hocam, bu ağir torbayı her yere taşımak çok zor. Hocam, patatesler kokmaya başladı. İnsanlar tuhaf bakıyorlar, hem sıkıldık hem yorulduk.... "Öğretmen :"Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ru

CUMA SOHBETLERİ-5(İYİLİK VE KÖTÜLÜK SİMGELERİ VE KIZILDERİLİ REİS )

Resim
iyilik=sevap kötülük=günah her yaptıklarımız bu iki kavram arasında gidip gelir . kimi zaman iyi taraflarımız kimi zamanda kötü taraflarımızı ortaya koyar .hayatımızı bu şekilde yaşamaya çalışırız aslında iyilik ve kötülüğe çok güzel bir örnek KIZILDERİLİ REİS VERMİŞ; Yaşlı Kızılderili Reis kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. “Onlar” dedi, “benim için iki simgedir evlat.” “Neyin simgesi” diye sordu çocuk. “İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekle